HJ LIM’den İstanbul izleyicisine...
“Resitalimin ilk bölümü yaşam kaynağı olan suya adandı.
Su, edebiyatta ve birçok gelenekte saflığın sembolü
olarak değerlendirilir. Benim için ise yalınlığın,
sonsuzluğun, kutsanmışlığın ve yeniden doğuşun anlamıdır.
Dr. Masaru Emoto’ya göre suyun içindeki kristal moleküller
bir kelime, bir müzik veya resimden etkileniyorlar.
Memnuniyet ve teşekkür gibi kelimelerle bu kristaller
ahenkli ve güzel bir form alırken negatif kelimelerde
ise tam zıttı oluyor. Bu bize suyun bir enerjisi olduğunu
ve herşeye açık bir etkileşim içinde olduğunu çok net
bir şekilde gösteriyor. Ayrıca bazı sanatçılar suya
kutsal bir unsur gibi saygı göstermişlerdir. Ve biz
bu konser boyunca Chopin, Debussy, Ravel ve Liszt’in
besteleriyle onları birbirine bağlayan bu özelliği
keşfedeceğiz.
Konserin ikinci bölümü hayal
etmeye, düş yolculuğuna adandı. Debussy’nin prelüdleri
binlerce rengi, tadı ve anıyı bize hatırlatıyor.
Her bir prelüdün başlığına dikkat ettiğimizde Debussy’nin
müziğinde görselliğin çok önemli bir yer tuttuğunu
görüyoruz. Debussy’nin bu 12 prelüdüne çalışırken,
resim sanatı ve özellikle de geç 19.yy resmi ile
kendimi beslemem, çalışmalarımın ana bölümünü oluşturdu.
Su Zambakları ve Rouen Katedrali gibi pek çok resmi
ile Monet, Henri-Edmond Cross, Kandinsky’nin Emprovizasyonları,
Seurat’ın Sirk tablosu, Blanchard ve Chagall’in Paris
tabloları ve yine birkaç resmi ile anmam gereken
Renoir, benim için çok değerlidir. Çünkü onların
resimlerinde kişisel hatıralarımı ve yaşamımın Paris’teki
bölümünü yansıtan çok fazla iz var. Leonardo Da Vinci’nin
şu sözlerine yürekten katılıyorum “Şair, görünen
şeylerin tasvirinde ressamların, görünmeyen şeylerin
tasvirinde ise müzisyenlerin altında sıralanır.”
Debussy’nin müziğini tarif etmenin ve onun müziğini
açıklamanın çok yetersiz olduğunu söyleyerek sözlerime
son veriyor, başlamak için Mozart’ın Uvertür’ünü seçiyorum.”
WOLFGANG AMADEUS MOZART (1756-1791)
3 yaşında piyano çalmaya, 5 yaşında
beste yapmaya başlayan Avusturya’lı büyük besteci Wolfgang
Amadeus Mozart, 35 yıl gibi kısa süren ömrüne 626 eser
sığdırmış; operadan sonata kadar müziğin yaklaşık her
türünde eşsiz örnekler vermiş ve kendinden sonra yetişen
tüm büyük bestecileri derinden etkilemiştir. Saraydan
Kız Kaçırma (1782), Figaro’nun Düğünü (1786), Don Giovanni
(1787) ve Sihirli Flüt (1791) gibi operalarıyla çok
iyi bilinen Mozart’ın yazdığı son eser ise Requiem
olmuştur. Popüler efsaneye göre, bu son eseri Requiem’i
Mozart kendi ölümünü düşünerek yazar ve bu dönemde
eserin yazılmasını maddi olarak destekleyen gizli bir
kaynak vardır. Mozart’ın eserlerinde Türk izlerine
de rastlanır. Bu ilgisinin sebebi o dönemde Avrupa’da
Türklerin moda olması ve Osmanlıların Viyana kuşatmasının
etkilerinin ilerleyen yıllarda Avrupalılar özellikle
de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yurttaşları üzerinde
etkili olması gösterilebilir. Selim Paşa’nın tutsağı
olan Konstanze’nin, bir İspanyol soylusu olan nişanlısı
Belmonto tarafından köşkten kaçırılmasını ve sonunda
Selim Paşa’nın Belmonto ve Konstanze’nin birleşmesine
razı olmasını konu alan “Sarayda Kız Kaçırma” operası
Türk’lerin bulunduğu Osmanlı ülkelerinde geçer. Türk
Marşı olarak bildiğimiz “Rondo alla Turca”da da Mozart,
mehter ritminden esinlenmiştir. Bestecinin Viyana’daki
Türk elçisinin kızı Zaide için bestelediği bir aryası
da vardır. Rossini, Mozart için “O bir dahi kadar bilgili
ve bilgi kadar dahi olan tek müzisyendi.” demiştir.
Besteci yaşamında çok iyi para kazanmış olmasına rağmen
yazdığı mektuplardan anlaşıldığı üzere oldukça masraflı
yaşam tarzı nedeniyle kazandığı parayı iyi değerlendirememiş;
dostlarından çoğu zaman kredi istemek zorunda kalmıştır.
Annesi “Wolfgang ne zaman yeni bir şeyler kazanırsa,
kendisini ve malını etrafına veriyordu” demiştir. Kötüleşen
sağlığı ve o günlerdeki sıkıntılı maddi durumu bestecinin
genç yaşta ölümüne sebep gösterilse de ömrünün son
dönemlerindeki olaylar bugün de efsanevi bir şekilde
varlığını sürdürmektedir. Avusturya kanunlarına göre
halka ait bir mezara defnedilen bestecinin mezarı bugün
tam olarak bilinmese de anıtsal mezartaşı Zentralfriedhof’a
yerleştirilmiştir.
Piyano Sonatı No.3 Si bemol majör
K.281
Piyano Sonatı No.3 Si bemol majör K.281 Bir set olarak
değerlendirilen ilk altı piyano sonatının üçüncüsüdür.
Bestecinin 1774 yılında, 18 yaşındayken Münih’te bestelediği
eser ilk kez 1799 yılında yayınlanmıştır. Bu dönem
Mozart’ın gençler arasındaki aşk, kıskançlık, hırs
ve entrika duygularını irdeleyen La finta giardiniera
(Sözde Bahçıvan Kız) operasını bestelediği dönemdir.
Klasik tarzda solo piyano için yazılan eser 3 bölümden
oluşur. Mozart’ın bestelediği büyük virtüözite gerektiren
parçalardan biridir.
FRANZ LISZT (1811 - 1886)
Macar kompozitörü ve piyanisti Franz Liszt, klasik
müzik evreninin en karizmatik müzisyenlerinden biridir.
Kiliseden, tiyatrodan, felsefeden etkilenmiş, hayatı
boyunca değişik alanlara bakmış olmakla birlikte tüm
serüvenleri içinde ‘Piyano’ hep merkezde kalmıştır.
Bugünün piyano resitali kavramı Liszt tarafından geliştirilip
olgunlaştırılarak bugünkü formunu kazanmıştır. Orkestral
bir form olan ‘senfonik şiir’de yine Liszt’in buluşudur.
Liszt’in babası Haydn’ın orkestrasında çelist olarak
çalışan saygın bir müzisyendi. İlk piyano derslerini
Liszt’e babası verdi. 6 yaşında piyanoya başlayan Liszt,
8 yaşına geldiğinde ilk bestelerini yapmaya başlamıştı.
1821’de eğitim için Viyana’ya götürülen Liszt, Salieri’den
ders almaya başladı. 1823’de Beethoven tarafından alnından
öpülerek kendi deyişiyle müziğe vaftiz edildi. Aynı
yıl ailesinin Paris’e taşınması nedeniyle Paris’e gitti.
İlk evliliğini, ilişkileri başladığında evli olan Kontes
Marie D’Agoult ile yaptı. Hayatı boyunca içlerinden
biri de Wagner’in eşi olmak üzere birkaç evlilik yaptı.
Kadınlar arasındaki popülerliği sık sık farklı bir
kente taşınmasına yol açtı. Gençliğinde kilisenin etkisinde
kapalı içe dönük bir yaşam süren Liszt, Paganini’yi
dinledikten sonra değişip piyano ve konserlere açıldı.
Döneminin en büyük piyanisti olan Liszt, piyanonun
o güne kadar yazılmış en zor eserlerini bestelemiştir.
(Anne Pelegrinage) Kompozitörlüğünde Chopin ve Berlioz’den
etkilenen Liszt’in armonik dilinden Ravel ve Wagner
ciddi biçimde etkilenmiştir. 1847’den sonraki döneminde
Weimar’ı bir müzik merkezi haline getirmek için çalışmıştır.
Liszt, klasik müzikte romantik dönemin en merkezi
figürlerinden biri olmuş; büyüleyici piyanizmi ile
yaşadığı dönem boyunca Avrupa’yı ateşe vermiştir. Piyanizmine
oranla daha yavaş yaygınlaşan kompozitörlüğünün yanısıra
değerli bulduğu diğer müzisyenlerin çalışmalarının
yerleşmesi ve yaygınlaşması için büyük emek vermiş,
müzik eğitimine doğrudan katkıda bulunarak bir çok
öğrenci yetiştirmiştir.
Les Jeux d’eau de la Villa d’Este
Les Jeux d’eau de la Villa d’Este Hac Yılları setinde
yer alan “3. Yıl” adlı süit 7 parçadan oluşur. Bestecinin
66 yaşında bestelediği “Este Villa’sında Su Oyunları”
başlığını taşıyan çalışma, bu süitte yer alan 4. parçadır.
1883 yılında yayınlanan bu süitin ilk dört ve 7. parçası
1877 yılında, 5. parçası 1872 yılında ve 6. parçası
1867 yılında bestelenmiştir. Roma’nın Tivoli ilinde
bulunan Este Villa’sı 1550’de mimar Pirro Ligorio’nun
tasarımıyla Kardinal Ippolito d’Este için yapılmıştır.
İtalya’nın orta kesiminde yer alan bu şehir bir piskoposluk
bölgesidir. Tivolo valisi olarak atanan Papa Alexander
VI’nın torunu olan Ippolito d’Este, İtalyan dini müzik
bestecisi Palestrina’nın (1525-1594) sponsorluğunu
üstlenmiş, lüksü seven bir sanat hamisidir. Este Villası,
özellikle şelale, çeşme, fıskiye ve heykellerle süslü
bahçe düzenlemesiyle dikkatleri çekmektedir. Liszt’in
de bir zamanlar konser verdiği ve günümüzde de turistik
bir niteliğie sahip bu tarihi yapının bahçesinde bugün
de konserler verilmektedir.
JOSEPH-MAURICE RAVEL (1875 – 1937)
İzlenimcilik (Empresyonizm), 20. yüzyılın başında
Fransa’da ortaya çıkan önemli bir sanat akımıdır. Bu
akımın müzikteki en önemli temsilcilerinden biri ise
İspanyol kökenli bir Fransız besteci olan Maurice Ravel’dir.
Müziğinin en önemli özellikleri arasında ustalıklı
orkestra kullanımı, tını ve müzikal renklerdeki yoğunluk
ve zenginlik ön plana çıkmaktadır. Genel olarak Fransız
müziğinin en önemli bestecilerinden biri olan Ravel,
özellikle solo piyano ve orkestra için yazdığı eserler
ile müzik tarihinde vazgeçilmez bir konum kazanmıştır.
Annesi Bask, babası ise İsviçreli bir sanayici olan
besteci, müzik yeteneğini ve detaylara düşkünlüğünü
babasından almış; detaycılığı nedeniyle besteci Stravinsky
onu müziğin İsviçre saati yapımcısı diye nitelendirmiştir.
Ravel, bestelerinde, bir saatin parçaları gibi küçük
müzik blokları yaratıp, onları birleştirerek daha karmaşık
yapılar oluşturmuştur. 7 yaşında piyano dersleri almaya
ve 5-6 yıl sonra beste yapmaya başlayan besteci Paris
Konservatuvarı’nda 14 yıl boyunca dönemin en ünlü müzik
eğitimcilerinden Gabriel Fauré ile çalışmıştır. Ravel
ve Debussy karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenmişler,
empresyonist ressam Claude Monet’nin resimlerinden
ilham almışlardır. Bu nedenle müzik tarihinde adları
genellikle birlikte anılır. Ravel’in İspanyol müziği
tadındaki en tanınmış eserleri (1908) İspanyol Rapsodisi
ve (1928) Bolerodur. I. Dünya Savaşı’nda yaşı ve sağlık
sorunları nedeniyle orduya alınmamış ancak ambulans
şoförlüğü yapmıştır. Savaştan sonra orkestra şefi olarak
seyahat eden besteci özellikle ABD’de ilgi görmüştür.
Burada tanıştığı Amerikan caz müziğinin etkileri daha
sonraki eserlerinde hissedilir.Ravel, 1927’de bazı
nörolojik problemler yaşamaya başlar, birkaç yıl sonra
kas problemleri ve bunama belirtileri ortaya çıkar.
1932’de geçirdiği bir trafik kazası ile durumu iyice
kötüleşir. 1937’de yapılan başarısız bir beyin ameliyatı
sonucu hayatını kaybetmiştir.
Jeux d’eau
Jeux d’eau “Su Oyunları” başlığını taşıyan bu parça
sanatçının 26 yaşında olduğu 1901 yılında yazılmıştır.
Mi Majör tonda bestelenmiş parça tek bölden oluşur.
İlk kez 1902 yılında Paris’te yayınlanmış ve yine aynı
yıl Ricardo Vines tarafından Paris’te seslendirilmiştir.
Solo piyano için yazılmış erken 20.yy eseri, M30 katalog
numarası ile kayda alınmıştır. Liszt’in “Les Jeux d’eau
de la Villa d’Este eserinden esinlenerek Ravel’in 18
yıl sonra bestelediği eser, 14 yıl birlikte çalıştığı
ve aynı zamanda Paris Konservatuarından hocası olan
pavan bestesi ile yaygın olarak tanınan ve Ravel’in
“çok açık fikirli bir hoca” olarak tanımladığı Fransız
besteci Gabriel Faure’ye (1845-1924) ithaf edilmiştir.
FRYDERYK CHOPIN (1810 – 1849)
Romantik müziğin büyük ustası
Chopin, Fransız göçmeni bir baba ve Polonyalı bir annenin
dört çocuğundan ikincisi ve ailenin tek oğlu olarak
1810 yılında Varşova yakınlarında dünyaya gelmiştir.
Müziğe çok küçük yaşlarda derin bir sevgiyle bağlanan
besteci, dokuz yaşında verdiği başarılı konserin ardından
öğrenim için Varşovaʼya gönderilmiş ve üstün yeteneği
onun “Harika Çocuk” olarak tanınmasını sağlamıştır.
Henüz 16 yaşındayken Varşova Konservatuarıʼna yazılmış,
dönemin önemli eğitmenlerinden Joseph Elsnerʼden dersler
almıştır. Bu sırada aşık olduğu Constantia Gladkowska
için yaptığı ilk besteleri Chopinʼin sanatçı dehasının
Elsner tarafından keşfedilmesini ve Elsnerʼin tavsiye
mektubu ile kısa bir süre sonra birinci piyano konçertosunu
çalacağı Viyanaʼya gitmesini sağlamıştır. Ancak, klasik
akımın merkezi olan Viyanaʼda 19 yaşındaki Chopinʼin
kullandığı serbest formlar pek ilgi çekmemiş bunun
üzerine 1829 – 1830 yılları arasında farklı şehirleri
kapsayan bir konser turnesine çıkmıştır. Chopin, 1831
yılında sadece Lizst, Berliöz gibi müzisyenleri değil
aynı zamanda Hugo, Balzac gibi yazarları, Delacroix
gibi ressamları buluşturan, Romantik Dönemʼin sanat
başkenti ve hayatının sonuna kadar yaşayacağı şehir,
Parisʼe yerleşmeye karar verir. Aristokrat bir çevre,
şık salonlarda verdiği özel resitaller, aristokrat
ailelerin genç kızlarına verdiği piyano dersleri Parisʼteki
yaşamını şekillendirir. Besteciliği gelişir, yükselir
ve adı tüm Avrupaʼya yayılır. Son konserini 1848ʼde
Parisʼte vermiş; ertesi yıl 1849ʼda tüberkülaza yenik
düşmüştür. Chopin’in cenazesi, Parisʼte yaklaşık 3000
kişinin katıldığı büyük bir törenle kendi arzusuna
uygun olarak Mozartʼın Requiemʼi eşliğinde kaldırılarak
ebedi yolculuğuna uğurlanmıştır.
Barkarol Fa diyez majör, Op.60
Denizci
şarkısı olarak bilinen barkarolʼün kökeni Venedikli
gondolculara uzanır. Aşk düetlerini anlatır. 19. yyʼda
Mendelssohn, Chopin, Tchaikovsky ve Rachmaninoff gibi
besteciler tarafından kullanılmıştır. Fa diyez majör,
Op.60, barkarol formunda yazılan en popüler ve en sevilen
iki eserden biridir. Chopinʼden sonra pek çok bestecinin
barkarol denemesi olmuşsa da hiçbiri Chopin kadar başarılı
olamamıştır. 1845 sonbaharı ve 1846 yazı arasında bestelenen,
sanatçının 36 yaşında tamamladığı bu solo piyano eseri
1846ʼda ilk kez yayınlanmış ve Barones Stockhausenʼe
ithaf edilmiştir.
CLAUDE-ACHILLE DEBUSSY (1862 – 1918)
20. yüzyılın en büyük Fransız bestecilerinden Debussy,
piyano çalma tekniklerinde devrim yaratmış olan eserleriyle
Chopin’den bu yana piyano müziğinin en önemli bestecisi
sayılır. Claude Debussy, tam anlamıyla bir empresyonist
bestecidir. Debussy’nin eserleri, sahip oldukları kalıcı
karakteristik özelliklerle birlikte, adeta Claude Monet’nin
resimlerinin işitsel halidir. Onun müziği, müzikteki
“empresyonizm” kavramını tam olarak tanımlar, geç Romantizm
ile erken 20. yüzyıl Modernizmi arasındaki geçişi temsil
eder. Müzik tarihindeki en önemli Fransız bestecilerden
biri olarak kabul edilen Debussy, 20. yüzyılın başında
sanat dünyasının baş aktörlerinden biri olmuştur. Debussy,
orkestra, solo piyano, oda orkestraları için ve vokal
eserler yazmıştır. Aryalarla tanımlanmaktan öte, baştan
sona bir vokal ve orkestra dokusu taşıyan ilk opera
olan “Pélleas et Mélisande”yi de Debussy bestelemiştir.
Debussy’nin piyano eserleri, hem onun piyanodaki sezgisini,
hem de Wagner ve zorlu piyano besteleriyle çağının
armonik ve teknik ufuklarını genişleten Liszt’ten aldığı
ilhamı yansıtmaktadır. Debussy’nin, döneminin resim
sanatında olduğu gibi, zihnindeki görüntülerle müziğini
birleştirebilmesi sonucunda, “Reflets dans l’eau” (Suda
yansımalar), “La Cathédral engloutie” (Yutulmuş Katedral)
ve belki de en ünlü eserlerinden biri olan “Clair de
lune” (Ayışığı) gibi şaşırtıcı derecede güzel müzikal
manzaralar ortaya çıkmıştır. Kansere yakalanan ve bu
hastalık yüzünden enerjisi tükenen Debussy, her şeye
rağmen beste yapmayı sürdürmeye çalışmış ancak 1914’te
I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine müziğe olan
ilgisini kaybetmiştir. “Bu kadar insan kahramanca ölümle
yüzleşirken ne gülebildiğini ne de gözyaşı dökebildiğini”
söyleyerek 1 yıl süren bir sessizliğe gömülmüştür.
Ancak daha sonra besteleriyle mücadeleye katılması
gerektiğini düşünerek en son eserlerini vermiştir.
Büyük besteci Mart 1918’teki Paris bombardımanında
hayatını kaybetmiştir.
L’Isle joyeuse
“Zevk Adası” anlamına
gelen “L’isle joyeuse”, sanatçının 42 yaşında olduğu1904
yılında yazılmıştır. İlk kez 10 Şubat 1905’te Paris’te
ünlü piyanist Ricardo Viñes tarafından seslendirilmiştir.
Solo piyano için yazılmış bu büyük eser, L.106 katalog
numarası ile numaralandırılmıştır. La Majör tonda yazılmıştır
ve tek bölümden oluşur.
Prelüdler 1. Kitap
Debussy’nin
solo piyano için yazdığı prelüdler, 12’şerlik iki set
olarak iki ayrı kitapta toplanmıştır. Debussy’nin prelüdlerinde
Bach ve Chopin’in prelüd setlerinde olduğu gibi aynı
belirgin ton görülmez. 12 parçanın yer aldığı birinci
kitabı sanatçı 48 yaşında iken 1909-1910 yılları arasında
yazmıştır. İlk setin tamamı ilk kez Mayıs 1911’de Salle
Pleyer ve Jane Mortier tarafından Paris’te seslendirilmiştir.
Debussy prelüdlerinin sonuna ona ilham veren ve müziği
ile tasvir ettiği olaylarla ilgili notlar düşmüştür,
bu nedenle prelüdler bu başlıklarla anılır.
1. Danseuses
de Delphes
Antik Yunan'da
dünyanın merkezi olarak kabul edilen Delfi şehrinde
aynı zamanda sanat tanrısı Apollo'nun da tapınağı vardır. "Delphi Dansçıları" başlığını
taşıyan bu açılış prelüdü ile ilgili olarak Debussy,
Louvre Müzesindeki karyalitleri (kadın figürü şeklindeki
taş sütunları) işaret eder.
2. Voiles
Bu prelüdün başlığı, "Tüller" veya "Yelkenler" olarak
yorumlanmaktadır. Debussy, dans eden figürleriyle ünlü
Fransız ressam Degas'ı çok beğeniyordu. "Yelkenler" başlığı,
Degas'ın "Uzaktaki Üç Yelkenli" adını taşıyan
çok az bilinen pastel bir resminin ilham verdiği düşüncesiyle
söylenir. "Tüller" başlığı ise Debussy'nin
arkadaşı olan ve Paris'te yaşayan Amerikalı dansçı
Loie Fuller'in gösterisinde vücuduna sardığı şeffaf
örtülerden ilham aldığı düşüncesiyle söylenir.
3. Le vent dans la plaine
Debussy, "Düzlükteki Rüzgar" başlığı taşıyan
bu prelüdde 18.yy Fransız şairi Charles-Simon Favart'ın "Düzlükteki
rüzgar..." sözleriyle başyalan ilk şarkısı Ariettes
Oubliees'ten bir alıntı yapar.
4. Les sons et les parfums tournent dans l'air du
soir
"Sesler ve kokular dönüyor akşam havasında" başlıklı
prelüd Debussy'nin en gizemli parçalarından biridir.
Rimbaud'dan Mallarmé'ye, Yahya Kemal ve Cahit Sıtkı
Tarancı'ya birçok önemli şairi ve düşünürü etkileyen,
19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles
Baudelaire'nin "Akşamın Ahengi" şiirinden
bir satır bu prelüde adını vermiştir. Tarancı'nın 1946
tarihli çevirisi ile Baudelaire'nin yazdığı şiirin
ilk dörtlüğü ise şöyle:
İşte her çiçeğin sakında ürperdiği
çağlar
Her çiçeğin bir buhurdan gibi uçtuğu lahza!
Sesler ve
kokular dönüyor akşam havasında,
Hazin bir vals, bir baş
dönmesidir bu rüzgar.
5. Les collines d'Anacapri
Anacapri,
İtalya'nın güneyinde bulunan Capri adasındaki bir kasabadır.
Bu prelüd Anacapri tepelerine atıfta bulunur. Bu prelüdle
ilgili olarak Debussy'nin Anacapri şarabının şişesindeki
etiketten esinlendiğine dair bir söylenti de vardır.
6.
Des pas sur la neige
Başlığı, kardaki ayak izleri
anlamına gelen bu prelüd Re minör tonda 4/4'lük ölçüde
yazılmıştır. Burada, Debussy'nin hüzünlü ve ağır
tempoda tasvir ettiği doğa, hüzne ve yalnızlığa terk
edilmiş ıssız ve buzlarla kaplı bir manzaradır. Debussy "Ritim, hüzünlü
ve donmuş doğadaki derinliğin tını olarak değerini
yansıtmalıdır."der. Parça teknik açıdan kolay
gibi görünse de seslere tam değerini veren ve notaları
ara vermeden birbiri ardına bir bütün olarak yorumlamayı
gerektiren müzikal bir melodiye ihtiyaç duyar çünkü
artık geride kalan sadece ayak izleri olacaktır.
7. Ce qu'a vu le vent d'ouest
"Batı Rüzgarının Anlattıkları" başlığı
taşıyan bu prelüdün Atlantik bölgesinden gelen şiddetli
rüzgarlardan ilham aldığı söylenir.
8. La fille aux cheveux de lin
Debussy, "Keten Saçlı Kız" başlığı
taşıyan bu prelüdde, romantik akıma karşı çıkarak
şiirin gerçekliği yansıtmasını savunan parnasizm
akımının en önemli temsilcilerinden Fransız şair
Charles Marie René Leconte de Lisle'nin şiirine bir
gönderme yapar. Şiirin ilk dörtlüğü
Who sits upon the blooming lucerne,
Singing
from the earliest morn?
It is the girl with the flaxen
hair,
The beauty with cherry-red lips.
Açmaya hazır gonca
Sabah vakti
şarkı söyleyen
Keten Saçlı Kız
Kiraz dudaklı güzel
9. La sérénade interrompue
Bu prelüdün
başlığı "Yarım
kalan serenat" anlamını taşımaktadır.
10. La cathédrale engloutie
"Batık Katedral" adını
taşıyan bu prelüd mitolojik bir efsaneden ilham alır.
Efsaneye göre Cornouaille Kralı Gradlon, denizi çok
seven kızı Dahut için deniz seviyesinin altında YS
şehrini (Britanya sahillerinde bir yerlerde) kurar.
Şeytan'ın, bu şehri koruyan barajın sularını serbest
bırakması ile şehir sular altında kalır. Suların çok
sakin olduğu zamanlarda bu şehir denizin karşı yakasından
görülür ve kilise müziği ve çanları duyulur. Dünyanın
en güzel ve en etkileyici şehirlerinden biri olan YS,
Dahut'un tutkuları ile bir günah şehrine dönüşmüştür.
Dahut orjiler düzenlemekte ve aşıklarını sabah olunca
öldürmektedir. St. Winwaloe, şehrin bu ahlaksızlığını
tanrının cezalandırmasını ister. Bir akşam kırmızılar
giymiş bir savaşçı şehre gelir, Dahut bu savaşçıya "benimle
gel" der, gecenin ortasında müthiş bir fırtına
kopar, denizin köpüren suları şehrin bronz kapılarını
sallar ve Dahut "Şehrin kapıları çok güçlü, haydi
fırtınayı öfkelendirelim" der, ve kapıyı açan
tek anahtar ise uyuyan kralın boynundadır. Savaşçı
(aslında şeytan), anahtarı çalması için Dahut'u kandırır,
kapılar açılır ve şehir dağ gibi dalgaların altında
kalır. Kral sihirli atı Moverc'a atlar kızını da atına
alarak kurtarmak istese de St. Winwaloe izin vermez,
kızı çeker ve sulara bırakır. Deniz, kızı yutar ve
Dahut bir deniz kızına dönüşür. Kral denizi geçip Quimper'e
sığınır ve burayı yeni başkenti yapar. Zaman zaman
sular çekilince veya şeffaflaştığında eski şehrin göründüğü
veya kilisede şarkı söyleyen keşişlerin, kilise çanlarının
seslerinin duyulduğu hatta bazen de balıkçıların denizkızı
Dahut'u bir kayanın üstünde saçlarını tararken gördükleri
söylenir.
11. La danse de Puck
"Puck'un dansı" başlığı
taşıyan bu prelüdle ilgili olarak Debussy ayrıca kaprisli
ve hafif bir yorumla çalınmalı şeklinde not da düşmüştür.
Shakespeare’ın “Bir Yaz Gecesi Rüyası”ndaki “Puck”
karakteri, ilk bakışta korkutan fakat daha sonra etkileyen
ukala bir ilim dostu, hileci yaramaz bir peridir. Puck’un
“ Ben gecenin mutlu avaresiyim ” gibi resimlemeleri,
Debussy’nin prelüd’ünün ruh haline çok yakındır.
12.Minstrels: Modéré
Ozanlar başlığı
taşıyan kapanış prelüdü ortaçağdaki halk şairlerine
ve aşıklara atıfta bulunuyor.
İstanbul Resitalleri, Mart
2012
|